Künyesi
Yazar: Gabriel Garcia Marquez
Sayfa sayısı: 442
İlk basım: 1989
44. Basım: Temmuz 2020 , İstanbul
Can Sanat Yayınları
Kolera Günlerinde aşk büyülü gerçekçilik akımının büyük ustası Gabriel Garcia Marquez'in eserleri içinde başyapıtı sayılan ''Yüzyıllık Yalnızlık'ın'' hemen yanında yer alıyor. Marquez okurları bilir onun romanlarında kendinizi panayırda gibi hissedersiniz. Nereden çıkacağı belli olmayan egzotik hayvanlar ve renk cümbüşünü romana öyle bir yedirir ki bu his hep size eşlik eder fakat yazarın diğer romanlarında olduğu kadar belirgin değildir bu his kolera Günlerinde aşk'ta. Doktor Juvenal Urbino'nun konuşan papağanı ve Fermina Daza'nın evinde her türlü hayvana bakmasıyla verilmiş bu egzotik hava. Yüzyıllık yalnızlık kadar fantastik öğeler barındırmadığını söylemek de pek ala mümkün.
Gelelim olay örgüsüne.
Marquez bu romanında çağdaşlaşma ve toplum baskısıyla yetiştirilen bir kadınla; Fermina Dazayla onun tam aksi şekilde yetiştirilen bir adamın; Florentino Ariza'nın çocukluktan başlayıp yaşlılığa kadar süregelen yarım yüzyıllık aşkının öyküsünü dönemin şartları söz gelimi kolera salgını ve gelişmekte olan bir toplumun çağdaşlaşma çabaları ekseninde anlatır. Marquez'in gazeteci kimliğinin de etkili olduğunu düşündüren bir objektiften yansıtır toplumsal olayları. Yer yer değişmeyen sistem ve bağnaz düşüncelerle toplumun ilerlemesini önleyen alışkanlıklar eleştirilir. Karakterlerini sağlam bir psikolojik temel üzerine derinliği olacak şekilde yaratmış Marquez. Şimdi bunları inceleyelim
Fermina Daza, annesi'ni küçük yaşta kaybettiğinden babası Lorenzo Daza ve Escolastica halayla yaşıyor. Sosyoekonomik durumları da iyi olduğundan o dönem soylu aile çocuklarının gittiği fransız kolejine gidiyor. florantino ile de o gidiş gelişlerde karşılaşıyorlar. Romanımız 1800'lü yıllarda geçtiğinden mektuplaşmaya başlıyorlar. Bir süre mektuplaştıktan sonra Fermina'nın kolejden atılması ve babasının mektupları bulmasıyla Escolastica halayı evden yollaması bir oluyor. Annesinin kaybından sonra hem arkadaş hem de bir büyüğü olarak Escolastica halasını kaybetmesi Fermina için hayatının dönüm noktası oluyor. Babası onu da alıp yurt dışında yaşayan kuzini Hildebranda'nın yanına gidiyor. Hem sevdiği adamdan hem de halasından ayrılışı Fermina için dönüm noktası oluyor. Yurda geri döndüğünde eski Fermina olmayacaktır. Marquez bu değişimin altında yatan psikolojiyi ustaca işlemiş. Fermina karakterini tüm yönleriyle ele aldığımızda narsistik eğilimlere sahip olduğunu görürüz. Gerek mükemmelliyetçi olması, gerek insanlar ne der diye düşünerek yaşaması bana böyle düşündürdü. Büyüklenmeci kendiliğini Florantino'yu gördüğünde kendisine yakıştırmayıp ''yazık adama'' diyişinden anlayabiliriz. Nitekim Doktor Juvenal Urbino'yla olan kavgalarından da anlayabiliriz. Tüm bu büyüklenmeci kendiliğinin altında özgüven eksikliği yatar. Toplum normlarına karşı koyacak güveni kendinde bulamayan Fermina baskıya boyun eğerek Florantino'dan vazgeçer. Narsistik yapısının ihtiyaç duyduğu sürekli övgü ve ihtişamın olduğu bir hayata doğru çekilir. Ve zamanla Taçlı Tanrıça'ya dönüşür. Doktor Juvenal Urbino sevgisiyle değilse de Fermina'ya sunduğu toplumsal rolle onun ilgi açlığını besler. Yalnızca Fermina'yı değil Florantino'yu da psikolojik yönden derinliği olan bir karakter olarak yaratmıştır Marquez. Kitapta Fermina ve Florantino'nun birbirinden ayrı geçen hayatları paralel olarak ele alınırken Florantino kısmında onun içsel hezeyanlarına da ortak oluruz. Ne demek istiyorum ? Florantino Fermina tarafından terk edildikten sonra öyle çok üzülür ki hastalanıp yatağa düşer. O günlerinde Yalnız annesi yanındadır. Fakat kendisine çok düşkün olan annesinin de ölümünden sonra yapayalnız kalır. Ne zaman canı sıkılsa yanında olan annesinin boşluğunun acısı Ferminanın da yokluğuyla öyle can yakar ki bu buhranı dizginleyebilmek içindeki o koca boşluğu duyumsamamak için hayatına pek çok kadın alır. İşte kitapta en çok hoşuma giden psikolojik tespiti de ben değil Marquez yapmış. Florantino'nun sürekli bir sürü kadınla ilişki yaşamasının sebebini de annesinin onun üzerine çok düşerek yetiştirmesine bağlıyor. Babasız büyümesinin de bunda payının büyük olduğunu düşünüyorum. Hayatında büyük bir otorite boşluğu oluyor annesini de kaybedince. O boşlukta daldan dala savrulan Florantino'ya ben kendi adıma kızamadım. Tuhaf bir çekiciliği de olmalı ki hiçbir kadın onu reddetmiyor. Hiçbirisine de Fermina'yı anlatmıyor. İçe dönük bir yapısı olduğunu yaşadıklarını yalnızca annesi hayattayken onunla paylaşmasından annesinin kaybından sonra 12.louis amcası ona yardımcı olmaya çalışsa da onunla da hiçbir şeyini paylaşmayışından anlayabiliriz. Nitekim her şair bir miktar içe dönüktür. Florantino'nun şair yönü de onu ele veriyor. İç dünyasının zenginliği hakkında bize fikir veriyor. Tüm o sığ yaşantısının altında yatan sebepleri ben bu şekilde yorumladım. Oldukça Tartışmalı bir kitap olduğunu belirtmeden de geçemeyeceğim. Yorumlarına şöyle bir baktığımda seveni çok sevmiş sevmeyeni de hiç sevmemiş. Bir de unutmadan filmi de varmış. Meraklısına linkini bırakıyorum.
İrem ÇAVDAR